FEHMİ DEMİRBAĞ

Tarih: 23.01.2023 22:25

SAHTE UZMANLAR SAHTE HASTALIKLAR

Facebook Twitter Linked-in

Yıllardır, Türkiye’nin toplumsal ve kültürel kodlarını da hesaba katarak, gerçek anlamda bir ‘ruh sağlığı mütehassıslığı’ icra eden yazar ve psikiyatr Kemal Sayar’la, Sahi Kitap’tan çıkan Kendi Özünü Bil kitabı vesilesiyle bir araya geldik. Sayar, ‘Sahte uzmanların son dönemde insanlara pompaladığı başarı-kariyer baskısı ve sahte-çarpık özgüven, toplumu narsisizme yani bencilliğe götürüyor” diyor
Prof. Dr. Kemal Sayar, tabirin hakkını tamı tamına dolduran bir 'ruh hekimi'... Ruhun bugüne kadar psikiyatri biliminde kodlanmış yöntemlerine, metotlarına bakmıyor sadece... Kültürel, toplumsal psikolojinin de peşinden koşuyor... Tasavvuftan, edebiyattan, ezcümle Hakikat'tan besleniyor mesleğinde.
Bu kez Kemal Hoca'dan yeni bir kitap geldi. Klinik Psikolog Rabia Yavuz ile birlikte hazırladıkları ve Sahi Kitap'tan yayımlanan kitabın adı Kendi Özünü Bil... Bize sonradan giydirilmiş pek çok ruh halini, öğretilmiş pek çok durumu kendi özümüz sanıyoruz... Belki de bu yüzden bize bizin anahtarını teslim edecek o gerçek 'öz'ü ıskalıyoruzdur, kim bilir!
İşte biz de, yeni kitabı vesile edinip, Kemal Hoca'yla bugünün insanın psikolojik çıkmazları ve çözüm yolları üzerine konuştuk...
- Kendi Özünü Bil, yine çok derin, bize bizi anlatan bir kitap olmuş. Bu kitabı diğer kitaplarınızdan ayıran özellikler, yazılma süreci, tarzı hakkında bilgi verir misiniz öncelikle?
- Bu kitap insanlara ruhsal fayda sağlasın diye kaleme alındı, diğer kitaplarımda olduğu gibi burada da edebiyat ve düşünce uğraklarından psikolojiye gidiyorum. Kadim bilgeliğin "Kendini bil" öğüdü, kişinin zaaflarını ve faniliğini olduğu kadar ebediliğini ve yükselme imkanlarını keşfine dair de bir alamet taşıyor. Rabia Yavuz'la birlikte yazdık bu kitabı; soruları ve cevapların açılıp genişlemesinde sunduğu geniş katkıları için müteşekkirim kendisine.
Son yıllarda psikoloji ve psikoloji ile ilgili her şey yükselişte, çok dikkat çekiyor. Edebiyattan sinemaya, günlük hayatta konuşulan pek çok şeye kadar psikolojiye ilgi büyük. Bir ruh sağlığı profesyoneli olarak bu yükseliş size, mesleğinize nasıl yansıyor?

Bir ruh sağlığı uzmanı olarak bu ilgi bizim açımızdan ne kadar sevindirici olsa da, sosyal psikoloji alanında derinleşen alakam vesilesiyle bunun maalesef entelektüel meraka o kadar da bağlanamayacak bir meyil olduğunu sanıyorum.

Bu yükselişin getirileri olduğu kadar götürüleri de var mı sizce? Psikolojinin popülerleşmesi bu alana zarar da veriyor mu?

Elbette. Bu ilginin kapitalizmin dikte ettiği kültür endüstrisi tarafından sömürülmesi yaygın bir vakıa. Mutluluk, başarı ve prestij vaat eden kişisel gelişim sektörü, bu 'psikolojik insan' tabanından nemalanıyor. Talep yoğun her alandaki gibi, ruh sağlığı uzmanlığının da imitasyonları, zararlı sahte formları mantar gibi türüyor. Ruh sağlığı sahası da fiziksel sağlık gibi yanlış ve kötüye kullanımları telafi edilemez zararlar doğuran bir alan, orada uygulanması gereken sıkı düzenleme ve kontrol şartlarının aynıyla uygulanması gerekiyor.

Ruh sağlığı diyoruz genellikle... Peki psikoloji ruha mı bakar, akla mı, beyine mi? Ruh nedir hocam? Psikoloji nasıl tanımlar ruhu? Ruh hastalanır mı? Yoksa hastalanan beyin midir?

Beyine bakmaz, öncelikle bunu söyleyeyim. O, farklı bir branşın alanı. Modern psikolojinin ağırlıklı olarak bir zihin psikolojisi olduğunu, nörolojik keşiflerle dirsek temasında olduğunu da vurgulamak gerekiyor. "Ruh hastalanır mı?" sorunuza gelince, ruhu somut veya soyut bir nesne, bir isim konusu olarak değil, dikey bir ilişki eylemselliği olarak düşündüğüm için öncelikle "hayır" demem ama sonra da göğe şemsiye geren maneviyat kaçkını insanın kendini hasta edebileceğini belirtmem gerekiyor. Maneviyat, psikolojik sağlamlığın en önemli unsurlarından biri.

Bugünün, modern çağın insanının kendiyle derdi büyük... Ama nedense çözümleri kendinde aramak yerine hep başkalarının 'kötülüğü' üzerinden ilerliyoruz. Yani hep haksızlığa uğrayan biziz, diğerleri bencil, diğerleri kötü niyetli, diğerleri hırslı... Gerçek anlamda kendimize bakabilmek, yani 'kendi özümüzü bilmek' için neler yapmak gerekiyor?

"Kişinin, kendi talihsizliği için başkalarını itham etmesi, onun eğitime ihtiyacı olduğunun; kendini suçlaması, eğitiminin başladığının bir işaretidir. Ne kendini ne de başkalarını suçlaması ise eğitiminin sonuna ulaştığını gösterir" diyor Epiktetos. Dostlarımıza vereceğimiz tesellileri kendimizden esirgememeliyiz. O yüzden kitapta özümüze şefkat göstermeye geniş bir yer ayırdık. Hayat çok büyük ve bazen elimizden gelenin en iyisini yapsak da yeterli olmuyor. Bu, elbette "kaderci olalım" manasına gelmiyor, insan eseri yapılar, kurumlar, sistemler ve insanın kendi donanımı, eylemselliği dönüştürülebilir şeylerdir, bunların ölçüsü insandır bu yüzden bunlarda kader (değişmez mutlak ölçü) aramak en hafifinden tembellik veya tahakküme çanak tutmaktır.

GERÇEK BAŞARI; SEVMİŞ SEVİLMİŞ VE YAŞATMIŞ OLMAKTIR!

Popüler psikoloji ve Batı tandanslı kişisel gelişim metotları sürekli 'başarı'yı pompalıyor. Ama sürekli başarı odaklı yaşamak ve başarı için her yol mubahtır mantığıyla davranmak insana ve topluma neler ediyor hocam?

Sürekli sorduğum bir soru, "Başarılı olurken neyi kaçırdın, neyi ıskaladın, nelerden mahrum bıraktın?" Küresel ölçekte bugün başarılı insanın tanımı, insani hasletlerden sıyrılmış, mekanik hatta giderek zalimleşen bir organizma. Her şeyden önce başarının tanımını yanlış yapıyoruz ve ilk yanlıştan sonrası da sökün ediyor. "Ne istersek elde ediyoruz ama istediğimiz şeyin bizi umduğumuz kadar tatmin etmediğini görüyoruz" diyor Barry Schwartz, 'Bolluk Paradoksu'nda. Buna mukabil Ralph Waldo Emerson'un başarı formulünü hiç hatırdan çıkarmamak gerekiyor, "Sık ve çok gülmek; zeki insanların saygısını ve çocukların sevgisini, şefkatini kazanmak; dürüst eleştirilerin takdirine layık olmak ve yanlış arkadaşların ihanetlerine katlanabilmek; güzelliği takdir edebilmek." Başarı, insan ilişkiselliğinin esenliğidir; sevmiş ve sevilmiş, yaşamış ve yaşatmış olmaktır.

NARSİSİZM TOPLUMSAL BİR ÖZELLİK OLMA YOLUNDA!

Narsisizm artıyor... Bunu sizler de söylüyorsunuz. Bunun altında neler yatıyor ve hayata, hayatlarımıza nasıl yansıyor?

Batı dünyasında narsisizmin 1970'lerden itibaren artmakta olduğunu gösteriyor araştırma ölçekleri. Bu durumda bilhassa eğitim kurumlarında çocuklara telkin edilmeye çalışılan özgüvenli birey prototipinin etkisi olduğu düşünülüyor. Hak edilmeden bol keseden verilen yüksek kanaat ve sınav notları, tüketim kültürünün gözüne kestirdiği çocuklara yönelik reklam ve pazarlama tekniklerinin yarattığı yeni çocuk talepkarlığı, süperstar kültürü, iş yaşamında Dunning-Krueger sendromunun başarı getirmesi gibi pek çok etken saymak mümkün buna dair. Ancak burada vurgulamak istediğim husus, patolojik narsistlerden ziyade narsisistik kişilik eğiliminin bir tip haline gelerek toplumda genel bir yaygınlık kazanması. Özsaygı bir manada kişinin ulaştığı yere gösterdiği saygısıdır. Ancak bencil, başkalarının kendine tabi olmasını, hiçbir gelişme göstermeden insanların kendine hayran olmasını isteyen, övgü onay ve beğeni açlığındaki insanların özsaygısı da özgüveni de narsisistiktir.

DÜŞÜNCE, DUA VE TABİATA ZAMAN AYIRIN

Kitabınızda kariyer ve özel yaşam dengesinden de bahsediyorsunuz. Modern çağın insanları olarak hayatı iş olarak görüyoruz. Bütün bu şehir, iş ve kariyer koşturmacasında ruhumuz bize nasıl bir çağrıda bulunuyor?

Eski çağların kölelerinden bir farkı yok kariyerist insanların. Anne ve babalarımızın çalışma hayatlarında en azından mesai saati sonrasında ve tatillerde kendilerine ait zamanları vardı. Yoğun dönemlerde fazla mesaiye kalınırsa da bu fedakarlıkları için karşılığı ödenirdi. Şimdi artık çalışanlar 7/24 erişime açık... Ofiste çalıştıkları zaman dışında da sürekli bir iş meşguliyetleri var. Hür insanlar olarak kendimizi inşa etme, güzellikle hemhal olma, derinleşme ve yücelme çabası için ve sevdiklerimizle beraber iyileşmek için geniş ve bölünmemiş zamanlara ihtiyacımız var. Sanat, edebiyat, hayret, düşünce, dua, tabiatı temaşa, huşu, sevgi ve muhabbet için zaman gerekiyor....


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —